Mayıs 20, 2011

You can't always get what you want


Hayat garip, çoğunlukla acımasız hatta. Yaşanmışlıklar, yaşayamadıkların, yediğin/attığın kazıklar yontuyor zamanla; daha katı, daha acımasız, daha bencil olmayı, sikile sikile sikmeyi öğreniyorsun. Hayallerini kırmaya başlıyorsun, anlıyorsun ki hayat her istediğini vermez sana. Önüne konulanı yemeye alışıyor, ama konulanı paylaşmayı da unutuyorsun zamanla. En iyi niyetlisinden yardım taleplerini, uzatılan eli geri çevirmeyi alışkanlık haline getiriyorsun. Kalınlaştıkça zırhın daha ulaşılmaz ve umursamaz görünüyorsun çevrene yüzündeki sahte gülümsemeyle. Yalnızlığınla arkadaş oluyor;  asılmadan, usulca tutunarak yaşıyorsun hayatı. Dostlarını saymak için tek elinin parmakları yeterli geliyor zamanla, acımasız dünya diye iç geçiriyorsun.

Zamanında uğruna seni çok seven sevgilini terk ettiğin hayatının aşkının evlenip çocuğu olduğunu öğrenince üzülüyorsun mesela. Diyorsun ki onun için neler feda etmiştim, ne kadar sevmiştim, neden ben değilim? Hemen üstünden 2 gün geçmeden öğreniyorsun, hani terk ettiğin vardı ya;  kan kanserinden göçüp gitmiş henüz 28 yaşında. Ağır geliyor ama, devam ediyorsun yaşamaya…

Hayata –ve adaletsizliğine- kızgınlığının geçmesi uzun zaman alıyor. Sonra anlamaya başlıyorsun sen nasıl terk ettiysen seni seveni, seni de öyle terk etmişler; seni kazıklayanları sen seçmişsin zamanında. En önemlisi, sen de yapmışsın yanlışlar! Yavaş yavaş açıyorsun kapıları, ama zırhın hala kalın. Sandığından daha fazla dostun olduğunu anlıyorsun paylaştıkça, duygularının ancak açılırsan karşılık göreceğini öğreniyorsun tekrardan. Birini alıyorsun kollarının altına yıllar sonra, onunla da olmuyor. Vazgeçmiyorsun, hayatın sadece mutlu anlardan ibaret olmadığını, zaman zaman kaybedeceğini bilerek ama; umutla, tekrar sarılıyorsun yaşama. Acılarını gülümseyerek hatırlamayı öğretiyor birileri. Şu anki benliğine ulaşmanda emeği(!) olan herkese teşekkür ediyorsun içinden sonraları. Hayatın getireceklerini heyecanla beklemeyi, götürdüklerini sükunetle kabullenmeyi sen de anlıyorsun sonunda. Şekil kaygısı olmadan, içinden geldiği gibi, kim ne der demeden -azıcık bencillikle- yaşamanın keyfine varıyorsun.

Bekliyorsun, deniyorsun ve biliyorsun…


*Bu postun anlamına en uygun şarkıyı Portsmouth’dan gönderiyorum, esen kalın :)

2 yorum: