Haziran 29, 2011

Kıbrıs Piyasası


Sevgiliyi rulet oynamaya diye uyutup geceyarısı kısa bir Kıbrıs eskort piyasası kaçamağı yaptım. İlk tespitim fiyatlar çok uygun, ikincisi kızlar harbiden çok güzel. Bu taraklarda bezi olanlar hiç düşünmesin, atlasın uçağa takılsın derim. Kendi tecrübemde 23 yaşındaki Belarus’lu Inessa için bir saatliğine 250 tl ödedim ki, kızı görseniz 2500 veresiniz gelir. Türkiye'deki mankenler yanında halt etmiş; 185 cm boy, masmavi gözler, uzun simsiyah saçlar ve mükemmel bir yüz. Bembeyaz teninin pürüzsüzlüğünü ise anlatabilecek kelime yok. İşin ilginç yanı,  tıp öğrencisi olan Inessa ben işimi bitirip te odadan çıkarken kitabını açıp ders çalışmaya başladı :)

Haziran 27, 2011

Alegra Volume 2 Part II (Final Release)



Kapıyı beklediğim kişi değil, ben yaşlarda bir İtalyan erkeği açıyor. Çatık kaşlarla yukarıdan aşağı birbirimizi süzüyoruz, rakibini tartan boksör edasıyla. Alegra yüzünde donuk bir gülümsemeyle görünüyor ardından, tanıştırıyor beni okulundan “iş arkadaşı” Mattia ile.  Alegra ile yalnız kalma isteğimin tüm taraflarca anlaşıldığı sıkıntılı bir ortamda hal-hatır sormaca ardından son günlerin üstü kapalı bir analizi derken yemeğe oturuyoruz. Olabildiğince ikna edici olmam gerektiği ortada, şaraptan uzak duruyorum. İş arkadaşı olduklarından, Alegra ile tanışmamızdan, nerelere gidip geldiğimden, kısa bir Türkiye tanıtımı derken hediyeleri uzatıyorum ama Alegra iyice rahatsız olmuş durumda, ben bu herif nerden çıktı diye düşünmekten konuşulanları bile dinleyemez vaziyetteyim, domatesli pilavı itip, şaraba başlıyorum.  Elini sürekli omzuna koymaya ve sahibi benim mesajı vermeye çalışan, sürekli son geceyi beraber geçirdiklerine değinen bu herifi nasıl ekarte edeceğim konusunu düşünürken evde kırmızı şarabın (Calabria) bitmesiyle -bira ve beyaz şarap içmediğimi öne sürerek- umutlanıyorum, gidip ben alacak değilim ya? Mattia’yı şarap almaya gönderiyorum ve hemen saldırıya geçiyorum Alegra’ya doğru, “Nerden çıktı bu herif, ben neden buradayım, msn de konuştuklarımıza ne oldu, vs vs…” salvo ateş şeklinde sorularımı sıralayarak ikili koltukta yanına oturuyorum. O ise karşıdaki koltuğa geçerek; herifin okula geçen hafta geldiğini, aralarında ciddi bir şeyler olabileceğini, artık 27 yaşına geldiğini ve ailesinin ondan evlenmesini beklediğini, ondan hoşlandığını, Mattia’nın yakışıklı olmasının yanında aynı meslekten olması sebebiyle onun için ideal eş olduğunu,  artık ciddi ilişki istediğini ve boş şeylerle vakit kaybedemeyeceğini, beni buralara sürüklediği için üzgün olduğunu söylerken yüzü o kadar güzel, kokusu o kadar baştan çıkarıcı ki… Dudaklarına yapışmayı düşünürken Mattia kapıyı açıp elinde şişelerle içeri giriyor. Sinirden patlamak üzereyim, o kadar hızlı içmeye başlıyorum ki çoğunu benim içtiğim 2 şişe kırmızı şarap 40 dakikada bitiyor. İçimden binlerce küfürle sanki sadece yemeğe gelmişim gibi -Alegra’ya gözlerimle çok başka şeyler söyleyerekten- vedalaşıp, Guiseppe’ye geçiyorum. Guiseppe şaşkın, neden geldiğimi soruyor. Kısaca özet geçip, küfrederken 1 şişe kırmızı şarap daha içip yatıyorum yarım saat içinde.


Biri dürtüp adımı söylüyor, kafam kazan gibi uyanıyorum. Guiseppe saatin 10 olduğunu Alegra’nın aşağıda beni beklediğini söylüyor. Guiseppe dışarda işleri olduğunu bahane edip bizi yalnız bırakıyor. Üzgün olduğunu, daha geçen hafta tanıştıklarını ve iki gece önceden itibaren ilişkiye başladıklarını, ondan gerçekten hoşlandığını söylüyor. Ben duygu sömürüsüne; “2 yıldır bu günü beklediğimi, buraya gelebilmek için yaktığım kontrat sayesinde çok para kaybettiğimi, moral diye bir şey kalmadığını ”   söyleyerek başlıyorum. Bunca sene internette konuşmamızın bir anlamı olması gerektiğini, anı değerlendirmemizi söyleyerek yaklaşıyorum yavaş yavaş. Yan yana otururken kokusunu içime çekiyorum ve hamlede bulunuyorum, çekiyor kendini ve ben dünden beri ne anlatıyorum diyor gülerek. Surların yavaş yavaş yıkılmaya başladığını düşünüyorum, bakışlarını omuzlarımda yakalıyorum, acıktığımı, dışarı bir şeyler yemeye çıkmamızı teklif ediyorum, Alegra evde bir şeyler yapabileceğini söylüyor. Evine gönderip duşa giriyorum. Üstüme eski bir yüzücünün olması gerektiği gibi geniş omuzlarımı ve kollarımı göstermek amaçlı siyah bir kolsuz tişört ve kot geçirip yan tarafa geçiyorum.
 
Yemeği pas geçip kanepede sevişirken kafamdan geçenler “Acaba duygu sömürüsü mü, yoksa tişört mü etkili oldu?” oluyor. Msn sohbetlerinin arasında oral seksten hoşlanmadığını söylediğini hatırladığımdan ön sevişmeyi kısa tutup yavaş ama kararlı bir şekilde içine giriyorum, yarı aralık ağzı ve kayan gözleri iyice tahrik olmamı sağlıyor. Hızlandığımda elleriyle kasıklarımdan itmesinden sert seksten hoşlanmadığını anlıyorum, yavaş bir ritim tutuyoruz. Tahmin ettiğimden çok daha ailevi/muhafazakar (Nasıl anlatılır bilemedim) bir şekilde ve Hollywood aşk filmlerindeki klişe sevişme sahnelerinden birini yaşıyoruz. Yüz yüze, eller birleşik şekilde ağır tempomuzla gözgözeyiz. Kesik kesik ve alçak sesli inlemelerinin sıklaşmasından gelmek üzere olduğunu anlayıp duruyorum, bekleme-bekletme oyunlarını seviyorum;) Çıkarmadan alta geçiyorum, ellerimle yönlendirerek sırtını dönmesini sağlıyorum. En sevdiğim pozisyonda alttan pompalarken bir elimle klitorisini uyarıyor diğeriyle memelerini sıkıyorum, inlemelerin şiddeti artmaya başlıyor. Alegra nihayete erdiğinde dağılmış olmasının da etkisiyle tempoyu arttırıyorum, cevap veremiyor. Yıllarca beklemişliğin ve hızlı temponun da getirdikleriyle her zamankinden biraz daha erken olarak geleceğimi söylediğimde beni şaşırtarak içine boşalmamı söylüyor. Boşalırken durmuyorum, pompalamaya ve dibine kadar girişlere devam ediyorum. O kadar tahrik olmuşum ki, ereksiyonda en ufak bir azalma bile olmuyor, devam ediyorum. Kısa süre sonra ikinci kez boşaldıktan sonra kolları taşımaz oluyor Alegra’yı ve üzerime yığılıp kalıyor.


Başını göğsüme koyup uzanıyor yanıma, ince -slim- sigaralarından bir tane yakıp gülümseyerek tavanı incelemeye başlıyorum…
 

Haziran 22, 2011

Hasta Adam

Kimin nazarı değdiyse artık! Yazın -daha de önemlisi tatilin- ortasında soğuk algınlığı + besin zehirlenmesi teşhisiyle Andeva hastanesine geçiş yaptım. Ben ki, sıtmayı bile atlatmış insanım, yaz ortasında hasta olmayı hiç yakıştıramadım kendime. Ve bir dahaki gidişimde, 2 yıl önce domuz gribi olmamdan beri -trafik kazalarını saymazsak- ilk defa ilaç kullanmamı sağlayan Kaş'taki işkembecinin amına koyacağım!!!

Bir de şunu keşfettim ki bir erkeğin sevgilisinin yanında düşebileceği en kötü durum motoru bozmakmış, terk etseydi hak verirdim valla...

En son; pes etmek yok, tatile devam :)

Haziran 18, 2011

Smirnoff Ice

 

Alegra Volume 2 Part II için gelmesi beklenen mail'den haber yok. Ben de şimdi yazmaya başladım, Kaş Derya Beach'te buz gibi denizden çıktıktan sonra gölgeye çektiğim şezlonga uzanmış, Smirnoff Ice yudumlarken :)))

Haziran 17, 2011

Rehab


Yine Antalya. Oy kullanma bahanesiyle 1 hafta uzattığım tatili dibine (temmuz sonuna) kadar yaşamaya karar verip, İzmir - Antalya arasını 1 gece Bodrum, bir gece Fethiye konaklamasıyla 3 günde aldığım road trip sonunda çarşamba Kaş'a ulaştım. Uçak batığına dalıştan sonra yemek öncesi biramı içtiğim Mavi Bar'da o kadar keyifliyimki...Oturduğum yerden Mercan Restorant tezgahındaki 5 kiloluk sinarite ve alabildiğince rakıya göz koyabiliyorum. Amy Winehouse konserinde olacağım(ız)dan pazar sabahı yola çıkmam gerekli ama yavaş yavaş kanıma giriyorlar, iptal edip pruvayı Kaputaş plajına alabilirim. Ne de olsa bu da bir nevi rehab!

Haziran 12, 2011

Durmak yok, yola devam!


Oy kullanma bahanesiyle bir kontrat daha pas geçtim, buralardayım. Kullanacağım oy’un önemi üzerine düşünürken aklıma gelenler:
*****
Kurmay Yarbay babamın ataşelik görevi bitip de yurda dönmüşüz, Özal’ın iktidardaki ilk yıllarını yaşıyoruz ve devlet başkanı Kenan Paşa. Bülent Ersoy’un yasaklı olduğu, Kilizman’dan denize girdiğimiz zamanlar… Herkesin Evren’e kurtarıcı gözüyle baktığı ve biraz da tırsaklıktan herkesin hayır duasını aldığı, Özal’ın bile tam olarak iktidarda olduğuna emin olamadığı yıllar. İlkokul 1’i tekrar etmeme karar verilmiş, yabancısı olduğum bu ülkede tedirgin bakışlarla etrafı izlediğim teneffüsler geçip gidiyor; kimsenin beslenme çantasında süt olmamasını garipsiyorum…
*****
Yurtdışında eğitime başlamış olmanın semeresini görüyor ve hazırlığı pas geçiyorum; tedirginlikle etrafı izlediğim teneffüsler de, Özal’ın “Acaba gerçekten iktidar ben miyim?” diye düşündüğü zamanlar da geride kalmış gibi, şortla askeri birlik denetleme yapıyor “Küçük Turgut(!)”. İnsanlar yavaş yavaş tartışmaya başlıyor 12 Eylül’ü ama hakim görüş hala çok net, yapılması gerekiyordu ve bu arada istemeden yanlış uygulamalara da yer verilmiş olabilir. Mağdurlar olduğunu, sağ-sol davasını, asılanları duymaya başlıyorum evdeki tartışmalardan, nerden düştüysem Erdal İnönü ile aynı fotoğraf karesine!
*****
Radyoda yapılan açıklamalarda terfi edenler arasında adı geçmeyince bir günde 5 yıl yaşlandığını görüyorum babamın. Silahlı Kuvvetlere “Ben daha bitmedim” deme çabası mıdır nedir, üst üste iki iş birden batırıyor iki yılda. İstanbul’da üniversiteye başlayan ablanın masrafları beni kolejden Anadolu lisesine paslıyor, tam piç olmuş çıkmışım; dövmediğim çocuk, eteğini kaldırmadığım kız kalmamış okulda. Güneş Taner diye bir adam üzerinde “NO” yazan bir tişörtle Özal ile beraber sahneye çıkıyor, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin ne haşmetli isim! Saçma bir fiş görüyorum duvarda “Tek başına iktidar”, altında Demirel diye bir imza. Sınıftaki Ecevit’in isminin nerden geldiğini, Kıbrıs meselesini, enflasyonu öğreniyorum yavaş yavaş.
*****
“Tek başına iktidar” ne demekmiş anlıyorum, beraber fotoğrafımın olduğu İnönü başbakan yardımcısı ve koalisyon ortağı. Halam’ın Ecevit’e oy atmasına bozuk atıyor annem, solu böldüğü için. Okuldan sonra evde yalnızken hayattaki en büyük acılardan birini yaşıyorum bir gün, kapının tıkırtısıyla donumu toplamaya çalışırken fermuara kaptırıyorum aleti. Dergi yakalatmalar, çeşitli vandallıklar, yeni yeni “çıkma” muhabbeti, break dans, Michael Jackson, teneffüslerde “olum ben onunla seviştim, siktim” yalanları…
*****
Okuldan Street Fighter oynamaya kaçıp, sonrasında soluğu Kordon’da aldığımız zamanlar; ilk biramı zorlanarak olsa da bitiriyorum, işin ucunda erkeklik var! Bir bakıyorum az ileride annemler Kordon’dan geçecek yolu protesto ediyorlar. Özal aniden göçmüş; Demirel Cumhurbaşkanı, Çiller diye sarışın bir kadın başbakan olmuş.  Fil Pizza’da ilk defa bir kızla öpüşüyor, babamın gözü gibi baktığı Opel’ini ilk defa kaçırıyorum. PKK diye bir terör örgütünün varlığını öğreniyorum, bazıları bayrağa sarılı dönüyor askerden. Politikaya iyiden iyiye bulaşmış olan aile fertlerinin de etkisiyle yakın arkadaşlarımdan birinin dudağını patlatıyorum SHP’ye terörist dolu dediği için.
*****
Geometri dersinde “Tamam oldum artık, ben yetişkinim” diye düşünüp havalara giriyorum, Erbakan diye bir hacı “bize oy vermeyen patates dinindendir” gibi acayip şeyler söyleyince daha bilmediğim çok ama çok şey olduğunu anlıyorum. İlk kez sevişiyorum (ya da seviştiğimi sanıyorum). Derslere çalışmam gerektiği konusundaki baba tavsiyelerini pek de takmadan, tırıs tempoda bir çalışmayla dershane sınavlarında başarılı sonuçlar alarak ebeveyn baskısından kurtuluyorum. Göztepe maçlarında yüzüme sardığım atkı meşale yanıklarından delik-deşik, bir elimde bira diğerinde haydarla KSK plakalı arabaların önünü kesiyorum. Sinemada en boş seansları ve arka sıraları seçmeyi tecrübe ederken ÖSS-ÖYS geçip gidiyor…
*****
28 Şubat ardından koalisyonlar üst üste geliyor, bir hafta Çiller, bir hafta Yılmaz başbakan. Türkeş, ülkücülerle sokak kavgaları derken tercihimi İşçi partisi olarak kullandığım sandıktan Ecevit çıkıyor. Evren artık Marmaris Paşası. Yeni destinasyon hiç ama hiç ısınamadığım Tuzla. Hafta sonları İstanbul’a evci çıkıyorum, sadece cumartesi pazar görüşebildiğim kız arkadaşlarım tarafından ardı ardına terkediliyorum. Aşk acıları eşliğinde Alman Bira Evi’nin, Pano’nun ve diğer bütün Taksim barlarının müdavimiyim artık, Galatasaray Uni’den 5 milyona aldığım biletleri Ali Sami Yen önünde öğrencilere 30, diğerlerine 50’den çakıyorum. Acımasızlık damarlarıma işlemiş artık, hayatıma giren kimseye önem vermeden, nerde ve kiminle uyanacağımı bilmeden yaşıyorum bu hayatı.
*****
Karaköy limanında stajyerken uzak limanların hayalini kuruyorum. Konuşmaya hali kalmamış Başbakan Ecevit baraj altı kalırken, küfürler eşliğinde Baykal'a attığım son oyla beraber RTE giriyor hayatımıza. İyice umutsuzluğa kapılıyorum, acaba İran olacak mıyız? Seviniyorum, Allah’tan meslek denizcilik, basar giderim! Dördüncü kaptan olarak başlıyorum iş hayatına, ilk limanımız Barcelona. Döndüğümde Gül dışişleri bakanı, Erdoğan başbakan olmuş. Kazandığım paradan, işimden, görebilme fırsatını bulduğum yerlerden dolayı kendimi şanslı hissediyorum ama getirilerinin yanında götürülerini de görmeye başlıyorum; ilk defa aldatıldığımı öğreniyorum…
*****
3’te 2’sine uzaktan baktığım 8 yıllık memleketin git gide daha muhafazakarlaştığı, hukuk ihlallerinin arşa ulaştığı AKP iktidarından sonra, Kılıçdaroğlu’na bir oy kazandırmak için kısa süreli güzel bir kontratı yakmaya deyip değmediğini düşünerekten sandığa doğru yollanıyorum şimdi. Düşünüyorum, aşağı-yukarı seçim sonucunun zaten belli olduğu bu seçimde oy kullanma bahanem aslında “O” ile daha fazla vakit geçirmeye paravan mı?
*****
 Evet!
*****