Aralık 21, 2011

İstanbul


Mersin'i geçtim, İstanbul'a vardım 6 gün evvel. Memlekete az kaldı...

Aralık 19, 2011

Yakın Arkadaşın Aslı, Part I

Sonra punduna getirip Aslı’yı sikmeyi bir köşeye yazmıştım ki, ikinci kez “Hayatta seni kıskanmayacağım tek kadın Aslı” dediğinde kafamda bir şeyler çaktı. Birkaç kadeh sonra –senden daha güzel ve kat kat daha seksi olan çok yakın arkadaşın- Aslı “Siz gece sikişirken ben ne yapacağım?” diye sorduğunda rakıyı içince iyice sapıttı diye içimden geçirmiştim ki, sen “Bizle takıl” dediğinde “Gerçekten, bu gece grup yapalım mı?” cevabını aldığında kafamda bazı şeyler netleşmeye başladı. Sordum açık açık, siz ikiniz bu gece benimle grup mu yapmak istiyorsunuz diye. Göz göze gelip te, aynı anda “Evet” demeniz beklediğim cevaptı.


Eve olan 15 dakikalık yolculuk boyunca taksinin arka koltuğunda ikinizle birden öpüşmemiz taksicinin aynadan gözüken yüzünde o kadar komik bir ifade oluşturmuştu ki! Güvenliklerin takdir eden(!) bakışları altında siteye girerken ne kadar şanslı olduğumu düşünüyordum...


Üzerinizdeki tedirginliği almanın en iyi yolunun bir şişe Absolut -ve olabildiğince Redbull- olduğuna karar verdik ve bir yandan sevişerek içmeye başladık. Seninle öpüşürken pantolonun üzerinden sikimi kavrayan Aslı’nın elinin gevşeyerek üzerime kaymaya başladığını hissettim. Sızmıştı, sen “Hadi artık, yatağımıza gidelim” dediğinde Aslı’yı dürttüm, sen “Bırak onu” diyerek beni yatak odasına sürükledin. Hani grup yapacaktık dediğimde çok sert bir ifade ile “Kapat artık şu konuyu” diyerek pantolonumu indirdin ve ağzına almaya başladın.


Sikimi o kadar güzel somuruyordun, çıkardığın sesler o kadar tahrik ediciydi ki Aslı’yı da grup olayını da unutturdun doğrusu. Sutyenini çıkararak ayağa kaldırdım seni, sol elimle kollarını başının üstüne gergince kaldırarak duvara dayadım ve diğer elimle bızırınla oynamaya başladım. Parmaklarımdan avucumdaki kader çizgilerinin arasına akan zevk sıvılarını kaynağından tatmanın yerinde olacağını düşünüp, seni yatağa yatırarak bacaklarının arasına kafamı soktum. Bir süre sonra “Yeter artık, sik beni” diyen inlemelerini yeteri kadar dinlediğime kanaat getirip dilimi çektiğim amına sert bir şekilde sikimi soktuğumda senden çıkan hırıltıyı anlatmak zor aslında..

 
“Bir küçük boyu yok muydu bunun?” ve sonrasında tempomuzu bulunca “Büyük sikleri seviyorum” cümlelerin havamı iyice yerine getirmişti. Yaklaşık yarım saat, birçok pozisyon sonra ve senin ikinci kez boşalman esnasında tek bacağın omzumdayken aynadan kapı aralığında bizi izleyen gölgeyi fark etmemle birlikte senin kesik kesik “Sakın…içime…” cümleni yarıda bırakarak içine patladım...

Devamı burada.

Aralık 06, 2011

Karakter Analizi

Yedi maddede karakter analizi için Matmazel tarafından mimlenmişim. Her ne kadar şu postta karakterime dair satır başlarını paylaştıysam da; zat-ı alilerine teşekkür eder, tekrar eylerim:

1) Bencil bir karakterim var, öncelikle hep kendimi düşünürüm. Açık görüşlü biri olarak tanınırım ama tercihlerim konusunda son derece muhafazakarım, içtiğim sigarayı 15 yıldır hiç değiştirmedim, İzmir'de 20 yıldır aynı yerde döner yerim misal.


2) Kadınlar tarafından hep duygusal olmamakla suçlandım. Giderim oldukça fazla, Balkan/Anadolu karışımının ekmeğini çok yedim. İlişkiler konusunda başarısızım, genelde terkedilen olurum. Kadınları önce güzelliğine sonra zekasına göre değerlendiririm, takılırken ilk amacım genelde sikmek ama aralarından arkadaş olduklarım/kaldıklarım da var.


3) Bile bile yaptığım hatalar çoktur, mükemmel olmaktan zerre hazzetmem zira...Yapmadıklarım için pişman olacağıma, yaptıklarım için pişman olurum. Küfürbazım. Esasında benden nasıl davranmam beklendiğini hep bilirim ama çoğunlukla tersine davranırım. Bana ne yapmam gerektiğinin gösterilmesinden hiç hoşlanmam, inadına terse giderim.


4) Çok okur ve izlerim. Her insanla otururum ama aptallara dayanamam! Bu kadar okumanın üzerine yüksek zekayı da eklediğinde ukala olmam kaçınılmazmış sonucuna varıyoruz :)


5) Sırasıyla Kumar-Seks-Alkol dışında hiçbir şeye/kişiye körü körüne bağlanmam, herşey/herkes vazgeçilebilirdir benim için...


6) Dine, peygamberlere ve öbür dünyaya inanmıyorum. Bunların temsilcileri vs hepsi sahtekar bence. Sosyalistim. Tek eşliliğe ve evliliğe de inancım yok keza...


7) Meslek gereği hep uzakta olduğumdan ailem iyi günde olsun kötü günde olsun yanlarında olmamama alışkınlar, çok yakın olduğumuz söylenemez. Arkadaşlarım için maddi manevi çok şey yaparım ama söz konusu kadın olduğunda satış ta yaparım. 1'i kadın 2'si erkek çok yakın 3 arkadaşım ve düzensiz ilişkilerim var...


Kim çıkardıysa şu mim sikini...Ben de Femme ve Marca'ya paslıyorum.

Aralık 02, 2011

01.12.2011


Telefondaki iddialı cümleleri kuramadı Nevizade'ye geldiğinde, iki duble rakı içtikten sonra ancak konuşabilmeye başladı...Fazla uzatmak istemiyordum ama; dans etmek konusundaki ısrarından  Odakule'ye gelmeden önceki adını bile bilmediğim dandik (disco mu desem?) barlardan birine girdik. İçtikçe Nevizade'deki o donuk insandan uzaklaşmaya, pistte kıvrılmaya başladı. Dudaklarıma yapışıp kıçını sikime dayayarak dans etmeye başladığında henüz ilk biradaydık sanırım.
3 bira sonrasında etraftaki apaçilerin bakışlarından biraz aşırıya kaçmış olabileceğimizi, gitme vaktimizin geldiğini anladım ve hesabı istedim. Quaresma'nın uzatmadaki golü ve 50'lik rakı üzerine içtiğim 3 biranın verdiği rahatlıkla -bir yandan kıçını avuçlayarak- yürürken İstiklal'de, etraftaki garipseyen bakışlara hiç aldırmadım.


Arabayı özensizce parkettim. Merdivende mekandaki dansın aynısıyla sevişmeye başladık, kapıyı kapatır kapatmaz içine girdim ve sonrasında içinden çıkmadan salona götürdüm. Işıklar açıkken ve yan apartmandakilerin  bizi görmesi ihtimali olaya heyecan katarken işi ağırdan almaya niyetliydim ki; aniden kalkarak salondaki saksıya kustu!

Bir ilişki işte böyle bitti...


Kasım 29, 2011

Balıklar Üçe Ayrılır


Henüz geldim, eski sevgili ile Arnavutköy'de rakı-balıktan sonraki tespitim şudur ki; balıklar üçe ayrılır: lüfer, barbun ve diğerleri. İkinci tespit de; export rakılar Yeni Rakı'nın yerini tutmuyor...Ya da eski sevgili ağzımın tadını getirdi ;)

Ekim 10, 2011

Arkadan Gelsin :)

İskenderun'dan başlayacağım, Novorossiysk-İzmir-Palermo-Valencia, sonrası Allah Kerim. Kasım sonunda görüşmek üzere... 

 

Ekim 05, 2011

Kadınlara Öğütler

 
1. Olaylar sonra farklı gelişebilir ama bir erkeğin size yaklaşmasındaki ilk amaç SEX’tir.
2.Nihai amaca ulaşmak için her türlü yalanı söyler erkekler, buna “Seni seviyorum” da dahildir.
3.En başta gelen yalanlardan biri de, “içi boş ilişkilerden sıkıldım, artık ciddi bir ilişki istiyorum” dur. Bu taktik genelde erkeğin “Issız adam” triplerine bürünerek, dişi tarafın dayanamayarak ayrılmasıyla sonlanır. Acı olan kadının ilişkiyi kendinin bitirdiğini sanmasıdır.
4."Sen farklısın, beni değiştirdin” gibi sözcükler göz boyama taktiğidir, kanmayın.
5.Anadolu erkeği arasında son zamanlarda en moda cümlelerden biri “Bu devirde bekaret diye bir şey mi kaldı, ben evlenmek için bekarete bakmam, hangi çağda yaşıyoruz?” dur. Bu cümle ile hani senle sex yapsak bana hafif kız imajı vermiş olmazsın diyerekten evlilik kapısını kapatmamış oluyor, erkeğin parmağına yüzüğü takabilmek için kadının silahlarından birini “SEX” olarak tanımlamış oluyor Türk erkeği.
6.Aldatmayan erkeklerin çoğu beceremediğinden, bir kısmı ise yakalanırsa kaybedeceklerinin korkusundan aldatmaz.
7.Her erkeğin kafasında sürekli “SEX” vardır, elbet ara sıra romantizm, aşk-meşk ister, ama birinci amacı bellidir.
8.Yukarıdaki 7 maddenin tamamının tek istisnası vardır, “Aşk”.
9.Bir önceki maddedeki argüman da erkekler tarafından suiistimal edilen ve nihai amaca ulaşmak için kullanılan sözcüklerden biridir. Ağızdan kaçırılmış gibi duran, genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde ve baş başayken sarf edilen “Aşkım” sözcüğü kadının anti-sevişme kalkanlarını indirmesini sağlayan sihirli kelimelerden biridir.
10.Tekrar belirtiyorum, tek istisna vardır : (Gerçek) Aşk.
11.Yukarıda yazdıklarıma itiraz eden erkekler de nihai amaç için hedefine “Romantik budala” taktiği ile yaklaşan kurnazlardır ki, en tehlikeli erkek tipidir bunlar.
12.İsterseniz bunların hepsini unutup, naifçe yaşayın ilişkilerinizi, kafasını kuma gömmüş devekuşu gibi!

Ekim 04, 2011

Yalnızlık Biçiyorum...

Her gece kederdeyim
Durmadan içiyorum
Sevda ektim kalbime
Yalnızlık biçiyorum

Ne zaman iki satır yazmaya kalksam

Hep sana hep seni hep bizi yazıyorum
Ne zaman bir kadeh alsam elime
Hep sana hep seni hep bizi içiyorum


Biraz evvel geldim eve. Seks yapamayacağımızı anladığımdan 2 aydır buluşmamızı bekleyen kızın birini ektim de geldim.

Arabada düşündüm, yavaş yavaş kötü birine dönüşüyor muyum ne???

Alkollüyüm zaten, üstüne bir 35lik açıp Zeki Müren - Kahır Mektubu'nu koydum...

Ne yazmışsın be üstat! Yaşamışsın ki, yazmışsın.

Ekim 01, 2011

Eşitlik İlkesi

Vatandaşın kafasına göre (veya değil) yaptırdığı caminin imamının maaşını, elektiriğini-suyunu devletin ödemesi "laik devlet" ilkesine ne kadar uyumlu? Hristiyanı, musevisi, satanisti de dahil toplumun tamamından alınan vergilerin sünni müslüman inanca sahip olmayan yada camiye gitmeyen vatandaşlarımızın aleyhine olacak şekilde camilere harcanması ne kadar adil? Diyelim bireyin inancını yaşamasını devletin sağlaması gerekir; örneğin cemevlerinin, kiliselerin masrafları ve din adamı maaşlarını neden ödemiyor devlet? Eşitlik ilkesine ters bir şeyler yok mu bu durumda? Tüm dini kurumların giderleri devlet yerine cemaatinden karşılanmalı bence..

Kısmet - 2

Onun yanında iki -demir leydi gibi- kız arkadaşı olmasa, ben de 4 kişilik baltalar koalisyonunun temel direği olmasam, tuvalete bir yalnız gidebilsek; neler neler olacaktı kim bilir??? Kısmet değilmiş. Otel odasında onu düşünerek 31 çekmekmiş kaderimiz...

Yakında, uzakdoğu maceralarıyla karşınızdayım!

Eylül 29, 2011

Kısmet

Evlendiğimizde salona girerken çalacaktı hesapta pachelbel - canon in d major. Ben şimdi daldan dala atlarken senin çocuk 2 yaşına girmiş, aradan kocaman yedi yıl geçmiş! Engin müzik kültürüme güvenen ve haftasonu evlenen arkadaşa tavsiye ettim biraz evvel, kısmet onaymış meğer. Kısmet gerçekten, yoksa şimdi Karaköy'de bi firmada 2000 tl aylıkla eve -ve sana- ekmek getirmeye çalışan bir baba olmak da vardı. Onun yerine bir günde 2000 harcayabilecek lükse sahip biri oldum. Kader-kısmet her şey, diye boşuna dememiş eskiler. Hayat nerdeeeeen nereyeeee...

Eylül 07, 2011

28 Days Later


28 gün sonra bugün Karaçi'de karaya ayak bastım sonunda. Pis boğazlığımın, her şeyi denemeye olan merakımın sonucu , ya Taliban kaçıracak yada bol baharatlı yemeklerden cırcır olacağım gibi ;)

Başlıktan konuyu buna bağlarım çok pis!

Temmuz 28, 2011

Los miércoles al sol

55 günlük tatilimin son haftasını İzmir ve Çeşme'de geçirmeye karar verdim. İnteraktif bir deneyim olsun, dün gece Sole Mare'deki tespitlerimi anlık yapayım dedim, olmadı. İstedikleri kadar abartsınlar i-phone ile post girmek imkansıza yakın, hele ki gündüzden başlamışsanız içmeye. Genel teorilerimden birini daha doğrulatmanın haklı gurunu yaşadığımı; Çeşme/Bodrum/Kemer gibi tatil beldelerimizde gece klüplerine haftasonu değil de, çarşamba gibi sair günlerde gidilirse daha çok keyif alınacağını, club içi kitlenin kalitesinin haftasonuna göre çok daha yüksek kalitede, apaçi (kadın apaçiler de dahil) sayısının bir hayli düşük olduğunu gözlemlediğimi belirtmeliyim. Genel çoğunluğun karışık cinsiyette gruplardan oluşması, birinci amacın eğlenmek olması her hangi bir hoşnutsuzluk yaşamamanızın garantisi gibi. Memleketim diye söylemiyorum, İzmir'e turist olarak gelenler bile biraz daha medenileşiyor sanki. Uzun süre sonra etrafımdaki hatunlara alıcı gözle bakmadım, o kadar güzel olmalarına rağmen, mazeretim vardı. Ki, diğer tatil merkezlerine göre memleketin en seçkin ve paralı turistine sahip Çeşme'de Aya Yorgi koyundaki yakamoza bakıp bu güzel insanların arasında sakince ve sadece anın tadını duyumsayarak içkini yudumlamak çok büyük bir keyif, hele ki yanında yıllardır peşinden koştuğun 2 günlük yeni sevgilin varsa :)))

Not : Postun konusu ile pek alakası olmasa da Los lunes al sol ne güzel filmdir, aklıma gelmişken...

Temmuz 25, 2011

Porto Beach (Lara, 6 No'lu Plaj)

Kızgındım aslında biraz sana. Hemen yan taraftaki yatak tipi şezlongta tek başına olmasına dikkat ediyorum gözümün ucuyla keserken. Hastalığını bahane edip annende kalmıştın, yalnızım. Tişörtümü çıkartırken hatunun bakışlarını üzerimde yakaladım. Yanımdaki çiftteki hatun kişinin sana ötüp ötmeyeceğini tartarken, bana bakıp gülümsedi, karşılık verdim tabi ki. Denize girerken omzunun üzerinden attığı bakışlarla "Bana gel" diyordu sanki. Sigaramı söndürüp izlemeye başladım, ardından denize doğru yollandım haliyle. Ağır adımlarla yanına vardığımda hiç konuşmadan baştan aşağı birbirimizi kestik. Bel hizası sudan boy vermeye gelene kadar hiç konuşmadık, öpüşmeye başladık ardından. Sahile dönüp baktığımda şaşkınlık içersindeki arkadaşını gördüm, benim yanımda buna nasıl cesaret ediyor diye düşünüyordu muhtemel. Sana nasıl açıklama yapacağımı düşünürken kendimi hatunla yatak tipi şezlongda yiyişirken buldum, adını bilmeden. Benim ve senin mesai arkadaşının oluşturduğu çiftin şaşkın bakışlarına sırtımı vererek arabaya doğru yollandım, adını bilmediğim hatunun elinden tutarak. Aslında, biraz, korkuyordum seni kaybetmekten. Yatakta iyisin diğer özelliklerinin yanında en önemlisi. Ama bu, esmer, at gibi, (nasıl derler, tam sikilmelik?) bombaya arkadaşının önünde bu denli rahat olmamın temelinde bir gece önce içtiğimiz 2 şişe Chivas'ın etkisi vardı sanki? Elinden tuttum, direkt arabaya bindik. Sonra, eve giderkenki kısa sohbetimizde adını da, ve bir sürü gereksiz bilgiyi de öğrendim. Kafamda sana nasıl açıklama yapacağımı, öğrenirsen nasıl tepki vereceğini düşünürken Ayça'nın başını eğdim sikime doğru. Asansörde kilodunun üstünden klitorisini uyarır ve öpüşürken Ayça'yla, 20 dakika geçmemişti daha plajda kesişeli. İçimde hafif bir suçluluk duygusu ile dolgun dudaklarına sunarken sikimi, düşünüyordum öğrenmenin sonuçlarını. Saçlarından çekerek kaldırdım, öpüşmeye başladık. Az biraz memelerle ilgilendikten sonra yüzünü çevirip denize doğru, sikmeye başladım seri bir şekilde; hani senin gece üzerine oturup denizi izlemeyi sevdiğin masanın üzerinde. İnlemelerimiz birbirine karışmışken, ararsan açamam tabi telefonunu. İçimdeki o hafif kaybetme korkusuyla pompalarken aklımdan geçti bizi o şekilde yakalaman, daha da azdım. İsterdim aslında -porno filmlerdeki gibi- önce bana tokat atman, sonra aramıza katılman. Neyse, yoktun ama, daha da heyecanlandırdı beni, aramızda olma ihtimalin. Ayça titremeler eşliğinde ikinci kez orgazm olduğunda bende boşalmaya karar verdim, sen onun amını yalarken seni -senin de sevdiğin gibi- sertçe doggy style siktiğimi hayal ettim. Henüz bir saat önce tanıştığım Ayça'nın içinde patlıyordum ama, o sırada aklımda, sen vardın inan...

Temmuz 03, 2011

Kişisel Manifestom

*Hayattaki en zevkli şey sekstir, kumarla tanışmadıysan!
*Bence hepsi şarlatan, agnostik takılıyorum.
*Yemeğin iyisi için para harcamaktan çekinmem.
*Kokteylleri sevmem, önce rakı sonra viski gelir.
*Sosyalistim, kerhen CHP’ye oy verdim.
*Cahillik mutluluktur.
*Çok okumanın getirilerinin yanında sana extra mutsuzluk olarak geri döneceğini bil.
*Önceki iki maddeye rağmen okumaya devam et!
*Kadın boşalmadan boşalmamayı öğrensen iyi olur.
*Askerlik işini olabildiğince erken halletmek lazım.
*Evlilik ve tek eşli yaşamın doğa kanunlarına aykırı olduğunu düşünüyorum.
*İnsanların senin hakkında ne düşündükleri hakkında çok fazla düşünürsen çok sıkıcı ve tekdüze bir hayatın olur.
*Bencilim, gerçek arkadaşım çok az.
*Kumarda kaybetmek bazen güzeldir.
*İki tane bira, bir duble rakı içip bırakan insanları hiç anlamadım.
*Para çoğalsın diye değil, harcansın diye kazanılır.
*Hip-hop ve R&B sadece Clup’da dinlenir.
*Yatakta yeniliklere açık ol.
*Dini inancının olmaması zor durumlarda insanı çok zorluyor, sığınılacak liman kendinsin.
*Meslek icabı çok boş vaktim olduğundan çok ama çok film ve dizi izledim, benimle sidik yarıştırmaya kalkma!
*Aileni ihmal etme.
*Kedileri sevmem, köpekleri ise uzaktan.
*Değişimi severim, rutin dışına çıkılması mutlu eder beni.
*Marka takıntım var, ama tamamen kalite temelli.
*Hep senden zenginlere değil, biraz da alttakilere bak.
*Mutlu olduğun işi yapmak çok büyük bir şanstır, sevin.
*Kadında önce güzellik gelir, sadece içi güzelse cennete gitsin!
*Yapmadıklarım için pişman olacağıma, yaptıklarım için pişman olurum.
*İnsana dair hiç bir şey şaşırtmaz beni.
*Tarihe önem ver, verirsen neden söylediğimi anlayacaksın zaten.
*Gençken olabildiğince hata yapmak lazım.
*İnsanların cinsel tercihleri beni ilgilendirmez.
*İyi bir araba her zaman iş yapar.
*Denizle alakalı bir uğraşın olsun.
*Sarhoş olmaktan korkma.
*Gece kulüplerinde takılmaya, sabaha kadar ayakta kalmaya alış bence.
*Ne kadar yabancı dil bilirsen o kadar çok karı sikersin, sırf bunun için lisana önem verilir.
*Güzel bir kadın için yapmayacağım çok az şey vardır.
*Büyük konuşmaktan çekinme, ara sıra tükürdüğünü yalayacağını kabullen yeter.
*Küfür etmek iyidir.
*Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi'ni okumadan siyaset konuşmaya kalkma.
*Zeki Müren’in değerini bil.
*Kokoreç, midye, paça gibi sakatatları yemiyorsan salaksın!
*Dürüstlük ve çalışkanlık meziyet sayılmaz, herkesin zaten öyle olması gerek.
*İlk aşk unutulmaz gerçekten.
*Bazen bırakmayı, pes etmeyi bilmek lazım.
*Fazla öykünme yabancılara ve yabancı memleketlere, cennet vatanındasın.
*Sikile sikile öğrenirsin sikmeyi.
*Goran Bregovic kimmiş öğren.
*Viskiye hiçbir şey katılmaz.
*Doggy style severim.
*Çocukken uçurtma yapmadıysan çok şey kaybettin.
*Dindar ve muhafazakar insanlardan pek hazzetmem.
*Sadece güzellik kurtarmaz.
*Yaşanmışlıklardır adamın amına koyan, şarkılar değil.
*Güney Afrika’yı görmeden görülecek her yeri gördüm deme, geceleyin açık havada aslan kükremesi duyduğunda içine dolan korkunun benzerini duyamazsın.
*Çok konuşma.
*Championship Manager hayatımı sikti zamanında.
*Futboldan başka sporlar da var.
*Sikersen sevilirsin, seversen sikilirsin.
*İnsanı zengin/fakir, Kürt/Türk/Alman, lezbiyen/hetero/homo/trans, Müslüman/Musevi/Hristiyan diye değil; bilincine ve zekasına göre değerlendiririm.
*Beceremeyen erkekler ikiyüzlüce sadakatten bahseder, sadakatten bahseden kadınlarsa çirkindir.
*Okumayan, cahil insanı sevmem.
*Empati kurmak iyidir.
*Her kadını sikmek zorunda değilsin, bazılarından iyi arkadaş da olur.
*İyi müzisyen İngiltere’den çıkar.
*Porno izlemiyorum diyene inanma sakın.
*Elinde kadehle gezeceğine şişe aç, havan olsun :)
*Affetmeyi de bil.
*Yurtdışını sürekli öven yalakalara itibar etme, içindeki ezikliği senin bilmediğin bir konudaki üstünlüğüyle kapatmaya çalışıyor sadece.
*Sünger Bob’u sakın sadece çocuklar için sanma!
*Erikden başka meyve tanımam.
*Klasik müziği şekil olsun diye değil, sevdiğim için dinlerim.
*Çiftlik balığından uzak dur.
*Aşırı spor uzun vadede sağlığa zararlıdır, anlık olarak zinde kalmanı sağlar ama yaşam süreni kısaltır.
*Bülent Ersoy’a hiç olmadı cesareti için saygı duy.
*İçki-sigara kullanmayan insanlarla kolay kolay iletişim kuramam.
*Seçimlerimde aileme çok da söz hakkı vermem.
*Edebiyat iyidir, en iyisiyse Rus Klasikleri.
*Para çok şeydir ama her şey değildir.
*Para her şey değildir ama çok şeydir.
*Tatillerini olduğunca farklı bölgelerde ve farklı kişilerle geçir.
*Yeni şeyler denemekten asla vazgeçme.
*Ahmet Hamdi Tanpınar en büyük Türk romancısıdır dersem itiraz edemezsin sanırım.
*Fırsatları değerlendir, tuttuğunu sik.
*Tuttuğunu sik ama amsalak olma.
*Rakı masası da bir okuldur.
*Bazı laflar züğürt tesellisi; misal, işlevi önemli.
*Toplum dayatmasıyla değil de, okuyarak, diğer ülke liderleriyle karşılaştırarak, öncekileri, sonrakileri ve şimdikileri değerlendirdiğinde daha çok seveceksin Atatürk’ü.
*Minnet duygusu olsun içinde.
*Bahşiş vermekten çekinme, getirisi götürüsünden fazladır.
*Dublaj film izlenmez.
*Sırf yatak performansı için zinde kalmaya çalışmalı insan.
*Eller havaya müzik hakkında atıp tutma, Çeşme’de Serdar Ortaç’a eşlik ederken yakalanırsan sıçarsın sonra.
*Bazen çocuk gibi davranmak gerek.
*Gazeteye spor sayfasından başlayan adam gözümden düşer.
*Tam 35 Göztepe!
*Dalış yapmak çok zevklidir, Kaş’a git göreceksin.
*Çayına poker oynanmaz.                         
*Vejetaryen insan olabileceğine inanmıyorum, sahtekar hepsi.
*Boğulacaksan kendi kararlarında boğulacaksın.
*İmkanın varsa Güney Amerika’yı görmelisin.
*Değiştiremeyeceğin şeyler için üzülmekten vazgeç, hayatta kötü şeyler hep başkasının başına gelmez bunu da unutma.
*Nostaljik takılırken günü ıskalamamak lazım.
*Domuz eti güzeldir.
*Erken boşalıyorsan her an aldatılabileceğini kabul edeceksin, ona göre ayarla kendini.
*Çevrendeki bir çok kişinin olduğu gibi değil de, toplumun dayattığı gibi davrandığını fark edeceksin zamanla.
*Sinir yapma fazla, sana zarar.
*Öldüğünde arkanda sadece itibarını bırakacaksın.
*Bazen sal gitsin, her şey olacağına varır de…

Bir de, ne demiş şair : "Öyle beylik laflar etmeye gerek yok."

Haziran 29, 2011

Kıbrıs Piyasası


Sevgiliyi rulet oynamaya diye uyutup geceyarısı kısa bir Kıbrıs eskort piyasası kaçamağı yaptım. İlk tespitim fiyatlar çok uygun, ikincisi kızlar harbiden çok güzel. Bu taraklarda bezi olanlar hiç düşünmesin, atlasın uçağa takılsın derim. Kendi tecrübemde 23 yaşındaki Belarus’lu Inessa için bir saatliğine 250 tl ödedim ki, kızı görseniz 2500 veresiniz gelir. Türkiye'deki mankenler yanında halt etmiş; 185 cm boy, masmavi gözler, uzun simsiyah saçlar ve mükemmel bir yüz. Bembeyaz teninin pürüzsüzlüğünü ise anlatabilecek kelime yok. İşin ilginç yanı,  tıp öğrencisi olan Inessa ben işimi bitirip te odadan çıkarken kitabını açıp ders çalışmaya başladı :)

Haziran 27, 2011

Alegra Volume 2 Part II (Final Release)



Kapıyı beklediğim kişi değil, ben yaşlarda bir İtalyan erkeği açıyor. Çatık kaşlarla yukarıdan aşağı birbirimizi süzüyoruz, rakibini tartan boksör edasıyla. Alegra yüzünde donuk bir gülümsemeyle görünüyor ardından, tanıştırıyor beni okulundan “iş arkadaşı” Mattia ile.  Alegra ile yalnız kalma isteğimin tüm taraflarca anlaşıldığı sıkıntılı bir ortamda hal-hatır sormaca ardından son günlerin üstü kapalı bir analizi derken yemeğe oturuyoruz. Olabildiğince ikna edici olmam gerektiği ortada, şaraptan uzak duruyorum. İş arkadaşı olduklarından, Alegra ile tanışmamızdan, nerelere gidip geldiğimden, kısa bir Türkiye tanıtımı derken hediyeleri uzatıyorum ama Alegra iyice rahatsız olmuş durumda, ben bu herif nerden çıktı diye düşünmekten konuşulanları bile dinleyemez vaziyetteyim, domatesli pilavı itip, şaraba başlıyorum.  Elini sürekli omzuna koymaya ve sahibi benim mesajı vermeye çalışan, sürekli son geceyi beraber geçirdiklerine değinen bu herifi nasıl ekarte edeceğim konusunu düşünürken evde kırmızı şarabın (Calabria) bitmesiyle -bira ve beyaz şarap içmediğimi öne sürerek- umutlanıyorum, gidip ben alacak değilim ya? Mattia’yı şarap almaya gönderiyorum ve hemen saldırıya geçiyorum Alegra’ya doğru, “Nerden çıktı bu herif, ben neden buradayım, msn de konuştuklarımıza ne oldu, vs vs…” salvo ateş şeklinde sorularımı sıralayarak ikili koltukta yanına oturuyorum. O ise karşıdaki koltuğa geçerek; herifin okula geçen hafta geldiğini, aralarında ciddi bir şeyler olabileceğini, artık 27 yaşına geldiğini ve ailesinin ondan evlenmesini beklediğini, ondan hoşlandığını, Mattia’nın yakışıklı olmasının yanında aynı meslekten olması sebebiyle onun için ideal eş olduğunu,  artık ciddi ilişki istediğini ve boş şeylerle vakit kaybedemeyeceğini, beni buralara sürüklediği için üzgün olduğunu söylerken yüzü o kadar güzel, kokusu o kadar baştan çıkarıcı ki… Dudaklarına yapışmayı düşünürken Mattia kapıyı açıp elinde şişelerle içeri giriyor. Sinirden patlamak üzereyim, o kadar hızlı içmeye başlıyorum ki çoğunu benim içtiğim 2 şişe kırmızı şarap 40 dakikada bitiyor. İçimden binlerce küfürle sanki sadece yemeğe gelmişim gibi -Alegra’ya gözlerimle çok başka şeyler söyleyerekten- vedalaşıp, Guiseppe’ye geçiyorum. Guiseppe şaşkın, neden geldiğimi soruyor. Kısaca özet geçip, küfrederken 1 şişe kırmızı şarap daha içip yatıyorum yarım saat içinde.


Biri dürtüp adımı söylüyor, kafam kazan gibi uyanıyorum. Guiseppe saatin 10 olduğunu Alegra’nın aşağıda beni beklediğini söylüyor. Guiseppe dışarda işleri olduğunu bahane edip bizi yalnız bırakıyor. Üzgün olduğunu, daha geçen hafta tanıştıklarını ve iki gece önceden itibaren ilişkiye başladıklarını, ondan gerçekten hoşlandığını söylüyor. Ben duygu sömürüsüne; “2 yıldır bu günü beklediğimi, buraya gelebilmek için yaktığım kontrat sayesinde çok para kaybettiğimi, moral diye bir şey kalmadığını ”   söyleyerek başlıyorum. Bunca sene internette konuşmamızın bir anlamı olması gerektiğini, anı değerlendirmemizi söyleyerek yaklaşıyorum yavaş yavaş. Yan yana otururken kokusunu içime çekiyorum ve hamlede bulunuyorum, çekiyor kendini ve ben dünden beri ne anlatıyorum diyor gülerek. Surların yavaş yavaş yıkılmaya başladığını düşünüyorum, bakışlarını omuzlarımda yakalıyorum, acıktığımı, dışarı bir şeyler yemeye çıkmamızı teklif ediyorum, Alegra evde bir şeyler yapabileceğini söylüyor. Evine gönderip duşa giriyorum. Üstüme eski bir yüzücünün olması gerektiği gibi geniş omuzlarımı ve kollarımı göstermek amaçlı siyah bir kolsuz tişört ve kot geçirip yan tarafa geçiyorum.
 
Yemeği pas geçip kanepede sevişirken kafamdan geçenler “Acaba duygu sömürüsü mü, yoksa tişört mü etkili oldu?” oluyor. Msn sohbetlerinin arasında oral seksten hoşlanmadığını söylediğini hatırladığımdan ön sevişmeyi kısa tutup yavaş ama kararlı bir şekilde içine giriyorum, yarı aralık ağzı ve kayan gözleri iyice tahrik olmamı sağlıyor. Hızlandığımda elleriyle kasıklarımdan itmesinden sert seksten hoşlanmadığını anlıyorum, yavaş bir ritim tutuyoruz. Tahmin ettiğimden çok daha ailevi/muhafazakar (Nasıl anlatılır bilemedim) bir şekilde ve Hollywood aşk filmlerindeki klişe sevişme sahnelerinden birini yaşıyoruz. Yüz yüze, eller birleşik şekilde ağır tempomuzla gözgözeyiz. Kesik kesik ve alçak sesli inlemelerinin sıklaşmasından gelmek üzere olduğunu anlayıp duruyorum, bekleme-bekletme oyunlarını seviyorum;) Çıkarmadan alta geçiyorum, ellerimle yönlendirerek sırtını dönmesini sağlıyorum. En sevdiğim pozisyonda alttan pompalarken bir elimle klitorisini uyarıyor diğeriyle memelerini sıkıyorum, inlemelerin şiddeti artmaya başlıyor. Alegra nihayete erdiğinde dağılmış olmasının da etkisiyle tempoyu arttırıyorum, cevap veremiyor. Yıllarca beklemişliğin ve hızlı temponun da getirdikleriyle her zamankinden biraz daha erken olarak geleceğimi söylediğimde beni şaşırtarak içine boşalmamı söylüyor. Boşalırken durmuyorum, pompalamaya ve dibine kadar girişlere devam ediyorum. O kadar tahrik olmuşum ki, ereksiyonda en ufak bir azalma bile olmuyor, devam ediyorum. Kısa süre sonra ikinci kez boşaldıktan sonra kolları taşımaz oluyor Alegra’yı ve üzerime yığılıp kalıyor.


Başını göğsüme koyup uzanıyor yanıma, ince -slim- sigaralarından bir tane yakıp gülümseyerek tavanı incelemeye başlıyorum…
 

Haziran 22, 2011

Hasta Adam

Kimin nazarı değdiyse artık! Yazın -daha de önemlisi tatilin- ortasında soğuk algınlığı + besin zehirlenmesi teşhisiyle Andeva hastanesine geçiş yaptım. Ben ki, sıtmayı bile atlatmış insanım, yaz ortasında hasta olmayı hiç yakıştıramadım kendime. Ve bir dahaki gidişimde, 2 yıl önce domuz gribi olmamdan beri -trafik kazalarını saymazsak- ilk defa ilaç kullanmamı sağlayan Kaş'taki işkembecinin amına koyacağım!!!

Bir de şunu keşfettim ki bir erkeğin sevgilisinin yanında düşebileceği en kötü durum motoru bozmakmış, terk etseydi hak verirdim valla...

En son; pes etmek yok, tatile devam :)

Haziran 18, 2011

Smirnoff Ice

 

Alegra Volume 2 Part II için gelmesi beklenen mail'den haber yok. Ben de şimdi yazmaya başladım, Kaş Derya Beach'te buz gibi denizden çıktıktan sonra gölgeye çektiğim şezlonga uzanmış, Smirnoff Ice yudumlarken :)))

Haziran 17, 2011

Rehab


Yine Antalya. Oy kullanma bahanesiyle 1 hafta uzattığım tatili dibine (temmuz sonuna) kadar yaşamaya karar verip, İzmir - Antalya arasını 1 gece Bodrum, bir gece Fethiye konaklamasıyla 3 günde aldığım road trip sonunda çarşamba Kaş'a ulaştım. Uçak batığına dalıştan sonra yemek öncesi biramı içtiğim Mavi Bar'da o kadar keyifliyimki...Oturduğum yerden Mercan Restorant tezgahındaki 5 kiloluk sinarite ve alabildiğince rakıya göz koyabiliyorum. Amy Winehouse konserinde olacağım(ız)dan pazar sabahı yola çıkmam gerekli ama yavaş yavaş kanıma giriyorlar, iptal edip pruvayı Kaputaş plajına alabilirim. Ne de olsa bu da bir nevi rehab!

Haziran 12, 2011

Durmak yok, yola devam!


Oy kullanma bahanesiyle bir kontrat daha pas geçtim, buralardayım. Kullanacağım oy’un önemi üzerine düşünürken aklıma gelenler:
*****
Kurmay Yarbay babamın ataşelik görevi bitip de yurda dönmüşüz, Özal’ın iktidardaki ilk yıllarını yaşıyoruz ve devlet başkanı Kenan Paşa. Bülent Ersoy’un yasaklı olduğu, Kilizman’dan denize girdiğimiz zamanlar… Herkesin Evren’e kurtarıcı gözüyle baktığı ve biraz da tırsaklıktan herkesin hayır duasını aldığı, Özal’ın bile tam olarak iktidarda olduğuna emin olamadığı yıllar. İlkokul 1’i tekrar etmeme karar verilmiş, yabancısı olduğum bu ülkede tedirgin bakışlarla etrafı izlediğim teneffüsler geçip gidiyor; kimsenin beslenme çantasında süt olmamasını garipsiyorum…
*****
Yurtdışında eğitime başlamış olmanın semeresini görüyor ve hazırlığı pas geçiyorum; tedirginlikle etrafı izlediğim teneffüsler de, Özal’ın “Acaba gerçekten iktidar ben miyim?” diye düşündüğü zamanlar da geride kalmış gibi, şortla askeri birlik denetleme yapıyor “Küçük Turgut(!)”. İnsanlar yavaş yavaş tartışmaya başlıyor 12 Eylül’ü ama hakim görüş hala çok net, yapılması gerekiyordu ve bu arada istemeden yanlış uygulamalara da yer verilmiş olabilir. Mağdurlar olduğunu, sağ-sol davasını, asılanları duymaya başlıyorum evdeki tartışmalardan, nerden düştüysem Erdal İnönü ile aynı fotoğraf karesine!
*****
Radyoda yapılan açıklamalarda terfi edenler arasında adı geçmeyince bir günde 5 yıl yaşlandığını görüyorum babamın. Silahlı Kuvvetlere “Ben daha bitmedim” deme çabası mıdır nedir, üst üste iki iş birden batırıyor iki yılda. İstanbul’da üniversiteye başlayan ablanın masrafları beni kolejden Anadolu lisesine paslıyor, tam piç olmuş çıkmışım; dövmediğim çocuk, eteğini kaldırmadığım kız kalmamış okulda. Güneş Taner diye bir adam üzerinde “NO” yazan bir tişörtle Özal ile beraber sahneye çıkıyor, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin ne haşmetli isim! Saçma bir fiş görüyorum duvarda “Tek başına iktidar”, altında Demirel diye bir imza. Sınıftaki Ecevit’in isminin nerden geldiğini, Kıbrıs meselesini, enflasyonu öğreniyorum yavaş yavaş.
*****
“Tek başına iktidar” ne demekmiş anlıyorum, beraber fotoğrafımın olduğu İnönü başbakan yardımcısı ve koalisyon ortağı. Halam’ın Ecevit’e oy atmasına bozuk atıyor annem, solu böldüğü için. Okuldan sonra evde yalnızken hayattaki en büyük acılardan birini yaşıyorum bir gün, kapının tıkırtısıyla donumu toplamaya çalışırken fermuara kaptırıyorum aleti. Dergi yakalatmalar, çeşitli vandallıklar, yeni yeni “çıkma” muhabbeti, break dans, Michael Jackson, teneffüslerde “olum ben onunla seviştim, siktim” yalanları…
*****
Okuldan Street Fighter oynamaya kaçıp, sonrasında soluğu Kordon’da aldığımız zamanlar; ilk biramı zorlanarak olsa da bitiriyorum, işin ucunda erkeklik var! Bir bakıyorum az ileride annemler Kordon’dan geçecek yolu protesto ediyorlar. Özal aniden göçmüş; Demirel Cumhurbaşkanı, Çiller diye sarışın bir kadın başbakan olmuş.  Fil Pizza’da ilk defa bir kızla öpüşüyor, babamın gözü gibi baktığı Opel’ini ilk defa kaçırıyorum. PKK diye bir terör örgütünün varlığını öğreniyorum, bazıları bayrağa sarılı dönüyor askerden. Politikaya iyiden iyiye bulaşmış olan aile fertlerinin de etkisiyle yakın arkadaşlarımdan birinin dudağını patlatıyorum SHP’ye terörist dolu dediği için.
*****
Geometri dersinde “Tamam oldum artık, ben yetişkinim” diye düşünüp havalara giriyorum, Erbakan diye bir hacı “bize oy vermeyen patates dinindendir” gibi acayip şeyler söyleyince daha bilmediğim çok ama çok şey olduğunu anlıyorum. İlk kez sevişiyorum (ya da seviştiğimi sanıyorum). Derslere çalışmam gerektiği konusundaki baba tavsiyelerini pek de takmadan, tırıs tempoda bir çalışmayla dershane sınavlarında başarılı sonuçlar alarak ebeveyn baskısından kurtuluyorum. Göztepe maçlarında yüzüme sardığım atkı meşale yanıklarından delik-deşik, bir elimde bira diğerinde haydarla KSK plakalı arabaların önünü kesiyorum. Sinemada en boş seansları ve arka sıraları seçmeyi tecrübe ederken ÖSS-ÖYS geçip gidiyor…
*****
28 Şubat ardından koalisyonlar üst üste geliyor, bir hafta Çiller, bir hafta Yılmaz başbakan. Türkeş, ülkücülerle sokak kavgaları derken tercihimi İşçi partisi olarak kullandığım sandıktan Ecevit çıkıyor. Evren artık Marmaris Paşası. Yeni destinasyon hiç ama hiç ısınamadığım Tuzla. Hafta sonları İstanbul’a evci çıkıyorum, sadece cumartesi pazar görüşebildiğim kız arkadaşlarım tarafından ardı ardına terkediliyorum. Aşk acıları eşliğinde Alman Bira Evi’nin, Pano’nun ve diğer bütün Taksim barlarının müdavimiyim artık, Galatasaray Uni’den 5 milyona aldığım biletleri Ali Sami Yen önünde öğrencilere 30, diğerlerine 50’den çakıyorum. Acımasızlık damarlarıma işlemiş artık, hayatıma giren kimseye önem vermeden, nerde ve kiminle uyanacağımı bilmeden yaşıyorum bu hayatı.
*****
Karaköy limanında stajyerken uzak limanların hayalini kuruyorum. Konuşmaya hali kalmamış Başbakan Ecevit baraj altı kalırken, küfürler eşliğinde Baykal'a attığım son oyla beraber RTE giriyor hayatımıza. İyice umutsuzluğa kapılıyorum, acaba İran olacak mıyız? Seviniyorum, Allah’tan meslek denizcilik, basar giderim! Dördüncü kaptan olarak başlıyorum iş hayatına, ilk limanımız Barcelona. Döndüğümde Gül dışişleri bakanı, Erdoğan başbakan olmuş. Kazandığım paradan, işimden, görebilme fırsatını bulduğum yerlerden dolayı kendimi şanslı hissediyorum ama getirilerinin yanında götürülerini de görmeye başlıyorum; ilk defa aldatıldığımı öğreniyorum…
*****
3’te 2’sine uzaktan baktığım 8 yıllık memleketin git gide daha muhafazakarlaştığı, hukuk ihlallerinin arşa ulaştığı AKP iktidarından sonra, Kılıçdaroğlu’na bir oy kazandırmak için kısa süreli güzel bir kontratı yakmaya deyip değmediğini düşünerekten sandığa doğru yollanıyorum şimdi. Düşünüyorum, aşağı-yukarı seçim sonucunun zaten belli olduğu bu seçimde oy kullanma bahanem aslında “O” ile daha fazla vakit geçirmeye paravan mı?
*****
 Evet!
*****

Mayıs 27, 2011

Alegra Volume 2 Part II (Promo)

Antalya'dayım 2 geceliğine. Alegra ile 3 yıl sonra kurduğum e-mail bağlantısı sayesinde maceranın bundan sonrasını onun kaleminden okuma şansına kavuşacağız yakında. İkna etmek zor oldu ama değecek sanırım. Bir de sanırım ileride anlatacak bir hikaye daha çıkacak bu gece, şans dileyin ;)

Mayıs 20, 2011

You can't always get what you want


Hayat garip, çoğunlukla acımasız hatta. Yaşanmışlıklar, yaşayamadıkların, yediğin/attığın kazıklar yontuyor zamanla; daha katı, daha acımasız, daha bencil olmayı, sikile sikile sikmeyi öğreniyorsun. Hayallerini kırmaya başlıyorsun, anlıyorsun ki hayat her istediğini vermez sana. Önüne konulanı yemeye alışıyor, ama konulanı paylaşmayı da unutuyorsun zamanla. En iyi niyetlisinden yardım taleplerini, uzatılan eli geri çevirmeyi alışkanlık haline getiriyorsun. Kalınlaştıkça zırhın daha ulaşılmaz ve umursamaz görünüyorsun çevrene yüzündeki sahte gülümsemeyle. Yalnızlığınla arkadaş oluyor;  asılmadan, usulca tutunarak yaşıyorsun hayatı. Dostlarını saymak için tek elinin parmakları yeterli geliyor zamanla, acımasız dünya diye iç geçiriyorsun.

Zamanında uğruna seni çok seven sevgilini terk ettiğin hayatının aşkının evlenip çocuğu olduğunu öğrenince üzülüyorsun mesela. Diyorsun ki onun için neler feda etmiştim, ne kadar sevmiştim, neden ben değilim? Hemen üstünden 2 gün geçmeden öğreniyorsun, hani terk ettiğin vardı ya;  kan kanserinden göçüp gitmiş henüz 28 yaşında. Ağır geliyor ama, devam ediyorsun yaşamaya…

Hayata –ve adaletsizliğine- kızgınlığının geçmesi uzun zaman alıyor. Sonra anlamaya başlıyorsun sen nasıl terk ettiysen seni seveni, seni de öyle terk etmişler; seni kazıklayanları sen seçmişsin zamanında. En önemlisi, sen de yapmışsın yanlışlar! Yavaş yavaş açıyorsun kapıları, ama zırhın hala kalın. Sandığından daha fazla dostun olduğunu anlıyorsun paylaştıkça, duygularının ancak açılırsan karşılık göreceğini öğreniyorsun tekrardan. Birini alıyorsun kollarının altına yıllar sonra, onunla da olmuyor. Vazgeçmiyorsun, hayatın sadece mutlu anlardan ibaret olmadığını, zaman zaman kaybedeceğini bilerek ama; umutla, tekrar sarılıyorsun yaşama. Acılarını gülümseyerek hatırlamayı öğretiyor birileri. Şu anki benliğine ulaşmanda emeği(!) olan herkese teşekkür ediyorsun içinden sonraları. Hayatın getireceklerini heyecanla beklemeyi, götürdüklerini sükunetle kabullenmeyi sen de anlıyorsun sonunda. Şekil kaygısı olmadan, içinden geldiği gibi, kim ne der demeden -azıcık bencillikle- yaşamanın keyfine varıyorsun.

Bekliyorsun, deniyorsun ve biliyorsun…


*Bu postun anlamına en uygun şarkıyı Portsmouth’dan gönderiyorum, esen kalın :)

Mayıs 15, 2011

Alegra Volume 2 Part I

Kontrat bitimini Novorossisk-Hayfa-İskenderun-Valencia-Rabat-Valencia rotasının sonunda Palermo’ya denk getirmişim. Çarkçıbaşı Alman çoban köpeği Herbert ile seyirde Godfather serisini tekrar gömdüğümüzden gaza gelmişiz; Carleone köyüne gideceğiz. Sonrasında Napoli’ye, 2 yıl önce ardımda bırakmak zorunda kaldığım ve karaya ayak bastığım kısıtlı zamanlarda bazen msn’den görüşebildiğim Alegra’ya geçme planlarım var. İkinci kaptan olarak görevlerimi tamamlayıp devir teslimi yapmam tüm gün sürüyor, işini seyirde tamamlayan bizim K-9 beni beklemeden basıp gidiyor. Kızıyorum, madem sen beni beklemedin ben de gelmiyorum deyip biraz free shop alışverişinin ardından doğruca 20:00 Napoli feribotuna atlıyorum. Telefon çekerken kadim dostum Guiseppe’yi arayıp 2 gün erken geleceğimi, Alegra’ya haber vermemesini, sürpriz yapacağımı söylüyorum.
 
İlk 4 saatini sigara içip İtalyan feribotçularının denizciliğini gözlemleyerek geçirdikten sonra kamarama(ranzama) gömüldüğüm yolculuğum Alegra’ya dair hayallerle beklenenden 1 saat erken, sabah 6’da sonlanıyor. Taksiye binerken -bu sefer- kazıklanmayacağımdan eminim, 5. kez geldiğim şehri biliyorum. Guiseppe eve gelirken La Gazetta dello Sport ve süt almamı söylüyor, taksiyi durdurup girdiğim markette hoş bir tesadüf; NATO’da görev yapan Türk deniz subaylarıyla karşılaşıyorum. Kısa dönem askerlik yaptığım geminin çok sevdiğim babacan komutanını soruyorum; amiral olmuş, geçen ay burada olsaydım görebilirmişim hatta… Yaşıtım genç subaylarla “sivil” denizcilikten, askerliği bıraksalar sivilde hangi seviyeden başlayacaklarından, tanıdığım subayların şimdi nerde olduklarından laflayıp ayrılıyoruz. Ortak tanıdıklarımızın olduğu memleketten insanlarla karşılaşmayı uğur sayıyor, bu sefer sonuca ulaşacağımın işareti sayıyorum.

5 dakika sonrasında kapıyı açan Guiseppe’yi oldukça yaşlanmış buluyorum, slav yardımcısı(!) geçen hafta işi bırakmış. Her seferinde olduğu gibi Türkiye’den getirdiğim sigaralar ve litrelik JB(eskiler neden JB gibi dandik bir viskiyi bu kadar seviyor çok merak ediyorum) yüzünün biraz gülmesini sağlıyor. Sohbette Alegra’nın ailesinin şehir dışında olduğunu, yalnız dün gece ışıklarının yanmadığını ve arabasının evin önünde olmadığını öğreniyorum. Hoşbeşten sonra arkadaşımdan da yaşlı görünen Fiat’a atlayıp Avellino’ya doğru yola çıkıyoruz, Carleone’yi göremedim ama Tony Soprano’nun memleketini göreceğim :)

 Henüz bir saat önce yapılmış Mozzarella, domates, tramezzini (bana sorarsan bildiğin ekmeğin üçgen hali ) ve espresso ile klasik İtalyan kahvaltısı ardından henüz gelmemişim gibi arıyorum Alegra’yı. Uykulu sesi arkadaşında kaldığını beyan ediyor, benim kafamda soru işaretleri. Belki bir gün erken, yarın sabah gelebileceğimi söylediğimde sesinde daha önceki şevk ve neşeden eser yok, kaygılanarak kapatıyorum telefonu. Mesaj atıyorum ne yapacağız yarın diye, müsait olamayabilirim diyor cevaben. “Şimdi yola çıkıyorum” mesajını atıp telefonu kapatıyorum. Guiseppe’ye oynayacağım oyunu anlatıp garsona en iyi şarabı getirmesini söylüyorum. Bu İtalyanlar gerçekten peynir ve şarap konusunu aşmış, 2 şişe bir saat dayanmıyor, üçüncüyü açıyoruz. İki saatin sonunda telefonu açıyorum, neden kızdığıma ve telefonumun kapalı olduğuna dair mesajlar… Carleone’yi görmeden dönüp feribota bindiğimi, 10 saat sonra orada(!) olacağımı mesajlayıp tekrar kapatıyorum telefonu haince gülümseyerek.  Şu meşhur Napoli tribününü görmek istediğimi söylüyorum, bilet bulabileceğimizi söylüyor kadim dostum.

İki saat sonra Napoli – Siena maçındayız, yeri geldiğinde tren bile kaçıran Napoli taraftarı gerçekten çok ateşli. Tribünlerde yer yer Maradona posterleri var. Sahada Maradona olmayınca çekişmeli geçen maç Maccarone’nin baltalığı sonucu golsüz bitiyor, benim daha feribottan inmem(!) için 4 saat var. 4 saati önünden gemiyle gelip geçtiğim ama hiç gitmediğim sosyete adası Capri’ye geçerek değerlendirmeye karar veriyorum ki bizim gerzek K-9 arıyor, ne zaman geleceğimi soruyor!  
 1,5 saatin geliş gidişle harcandığı bu adada geçirdiğim 2 saati kolay kolay unutamayacağımı biliyorum, biz de Cunda’yı güzel yer zannediyorduk diyorum içimden. Daracık sokaklarına ayıracak zaman yok ne yazık, merkezde şöyle bir tur atıp deniz kenarından kartpostal gibi mükemmel manzarayı izleyip oturduğumuz kahvede meşhur Limoncello’dan söylüyoruz bir şişe güneş batarken. İyice soğutulmuş bir tür alkollü limonata gibi -favori içkilerim arasına yazıyorum- ama dikkatli olmazsan çabuk çarpıyor. Dönüşte rüzgarüstünde durup bünyedeki alkolün etkisini azaltmaya çalışıyorum sahil ışıklarını izleyerekten.

Yarım saat geç kalarak 10 buçuk gibi eve varıyoruz, ışıkları yanıyor. Duş alıp üstümü değiştiriyorum, Rabat’tan aldığım halhal ve Selçuk’ta gümüşçüden aldığım diz çökmüş Meryem Ana kolye ucunu yanıma alıp yan tarafa geçerek kapısını çalıyorum...