Haziran 12, 2011

Durmak yok, yola devam!


Oy kullanma bahanesiyle bir kontrat daha pas geçtim, buralardayım. Kullanacağım oy’un önemi üzerine düşünürken aklıma gelenler:
*****
Kurmay Yarbay babamın ataşelik görevi bitip de yurda dönmüşüz, Özal’ın iktidardaki ilk yıllarını yaşıyoruz ve devlet başkanı Kenan Paşa. Bülent Ersoy’un yasaklı olduğu, Kilizman’dan denize girdiğimiz zamanlar… Herkesin Evren’e kurtarıcı gözüyle baktığı ve biraz da tırsaklıktan herkesin hayır duasını aldığı, Özal’ın bile tam olarak iktidarda olduğuna emin olamadığı yıllar. İlkokul 1’i tekrar etmeme karar verilmiş, yabancısı olduğum bu ülkede tedirgin bakışlarla etrafı izlediğim teneffüsler geçip gidiyor; kimsenin beslenme çantasında süt olmamasını garipsiyorum…
*****
Yurtdışında eğitime başlamış olmanın semeresini görüyor ve hazırlığı pas geçiyorum; tedirginlikle etrafı izlediğim teneffüsler de, Özal’ın “Acaba gerçekten iktidar ben miyim?” diye düşündüğü zamanlar da geride kalmış gibi, şortla askeri birlik denetleme yapıyor “Küçük Turgut(!)”. İnsanlar yavaş yavaş tartışmaya başlıyor 12 Eylül’ü ama hakim görüş hala çok net, yapılması gerekiyordu ve bu arada istemeden yanlış uygulamalara da yer verilmiş olabilir. Mağdurlar olduğunu, sağ-sol davasını, asılanları duymaya başlıyorum evdeki tartışmalardan, nerden düştüysem Erdal İnönü ile aynı fotoğraf karesine!
*****
Radyoda yapılan açıklamalarda terfi edenler arasında adı geçmeyince bir günde 5 yıl yaşlandığını görüyorum babamın. Silahlı Kuvvetlere “Ben daha bitmedim” deme çabası mıdır nedir, üst üste iki iş birden batırıyor iki yılda. İstanbul’da üniversiteye başlayan ablanın masrafları beni kolejden Anadolu lisesine paslıyor, tam piç olmuş çıkmışım; dövmediğim çocuk, eteğini kaldırmadığım kız kalmamış okulda. Güneş Taner diye bir adam üzerinde “NO” yazan bir tişörtle Özal ile beraber sahneye çıkıyor, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin ne haşmetli isim! Saçma bir fiş görüyorum duvarda “Tek başına iktidar”, altında Demirel diye bir imza. Sınıftaki Ecevit’in isminin nerden geldiğini, Kıbrıs meselesini, enflasyonu öğreniyorum yavaş yavaş.
*****
“Tek başına iktidar” ne demekmiş anlıyorum, beraber fotoğrafımın olduğu İnönü başbakan yardımcısı ve koalisyon ortağı. Halam’ın Ecevit’e oy atmasına bozuk atıyor annem, solu böldüğü için. Okuldan sonra evde yalnızken hayattaki en büyük acılardan birini yaşıyorum bir gün, kapının tıkırtısıyla donumu toplamaya çalışırken fermuara kaptırıyorum aleti. Dergi yakalatmalar, çeşitli vandallıklar, yeni yeni “çıkma” muhabbeti, break dans, Michael Jackson, teneffüslerde “olum ben onunla seviştim, siktim” yalanları…
*****
Okuldan Street Fighter oynamaya kaçıp, sonrasında soluğu Kordon’da aldığımız zamanlar; ilk biramı zorlanarak olsa da bitiriyorum, işin ucunda erkeklik var! Bir bakıyorum az ileride annemler Kordon’dan geçecek yolu protesto ediyorlar. Özal aniden göçmüş; Demirel Cumhurbaşkanı, Çiller diye sarışın bir kadın başbakan olmuş.  Fil Pizza’da ilk defa bir kızla öpüşüyor, babamın gözü gibi baktığı Opel’ini ilk defa kaçırıyorum. PKK diye bir terör örgütünün varlığını öğreniyorum, bazıları bayrağa sarılı dönüyor askerden. Politikaya iyiden iyiye bulaşmış olan aile fertlerinin de etkisiyle yakın arkadaşlarımdan birinin dudağını patlatıyorum SHP’ye terörist dolu dediği için.
*****
Geometri dersinde “Tamam oldum artık, ben yetişkinim” diye düşünüp havalara giriyorum, Erbakan diye bir hacı “bize oy vermeyen patates dinindendir” gibi acayip şeyler söyleyince daha bilmediğim çok ama çok şey olduğunu anlıyorum. İlk kez sevişiyorum (ya da seviştiğimi sanıyorum). Derslere çalışmam gerektiği konusundaki baba tavsiyelerini pek de takmadan, tırıs tempoda bir çalışmayla dershane sınavlarında başarılı sonuçlar alarak ebeveyn baskısından kurtuluyorum. Göztepe maçlarında yüzüme sardığım atkı meşale yanıklarından delik-deşik, bir elimde bira diğerinde haydarla KSK plakalı arabaların önünü kesiyorum. Sinemada en boş seansları ve arka sıraları seçmeyi tecrübe ederken ÖSS-ÖYS geçip gidiyor…
*****
28 Şubat ardından koalisyonlar üst üste geliyor, bir hafta Çiller, bir hafta Yılmaz başbakan. Türkeş, ülkücülerle sokak kavgaları derken tercihimi İşçi partisi olarak kullandığım sandıktan Ecevit çıkıyor. Evren artık Marmaris Paşası. Yeni destinasyon hiç ama hiç ısınamadığım Tuzla. Hafta sonları İstanbul’a evci çıkıyorum, sadece cumartesi pazar görüşebildiğim kız arkadaşlarım tarafından ardı ardına terkediliyorum. Aşk acıları eşliğinde Alman Bira Evi’nin, Pano’nun ve diğer bütün Taksim barlarının müdavimiyim artık, Galatasaray Uni’den 5 milyona aldığım biletleri Ali Sami Yen önünde öğrencilere 30, diğerlerine 50’den çakıyorum. Acımasızlık damarlarıma işlemiş artık, hayatıma giren kimseye önem vermeden, nerde ve kiminle uyanacağımı bilmeden yaşıyorum bu hayatı.
*****
Karaköy limanında stajyerken uzak limanların hayalini kuruyorum. Konuşmaya hali kalmamış Başbakan Ecevit baraj altı kalırken, küfürler eşliğinde Baykal'a attığım son oyla beraber RTE giriyor hayatımıza. İyice umutsuzluğa kapılıyorum, acaba İran olacak mıyız? Seviniyorum, Allah’tan meslek denizcilik, basar giderim! Dördüncü kaptan olarak başlıyorum iş hayatına, ilk limanımız Barcelona. Döndüğümde Gül dışişleri bakanı, Erdoğan başbakan olmuş. Kazandığım paradan, işimden, görebilme fırsatını bulduğum yerlerden dolayı kendimi şanslı hissediyorum ama getirilerinin yanında götürülerini de görmeye başlıyorum; ilk defa aldatıldığımı öğreniyorum…
*****
3’te 2’sine uzaktan baktığım 8 yıllık memleketin git gide daha muhafazakarlaştığı, hukuk ihlallerinin arşa ulaştığı AKP iktidarından sonra, Kılıçdaroğlu’na bir oy kazandırmak için kısa süreli güzel bir kontratı yakmaya deyip değmediğini düşünerekten sandığa doğru yollanıyorum şimdi. Düşünüyorum, aşağı-yukarı seçim sonucunun zaten belli olduğu bu seçimde oy kullanma bahanem aslında “O” ile daha fazla vakit geçirmeye paravan mı?
*****
 Evet!
*****

3 yorum:

  1. yakup kadri yılar önce yaban kitabında aydın ile köylü dogulu ile batılı arasındaki ucurumu anlatmıstır. bu ucurum gittikçe de büyümüştür. suc biraz da aydında

    YanıtlaSil
  2. AKP'nin üçüncü kez, hem de yüzde 50'yle iktidara gelmesi cahillikle, aydınların yanlış tutumuyla, askerin baskısıyla, mağduriyetle, bidon kafalılarla, yargıyı ele geçirmeleriyle, hukuk ihlalleriyle, öldürülen öğretmenlerle, tutuklanan gazetecilerle, göbeğini kaşıyanlarla, din sömürüsüyle, dağıtılan kömürle, iktidar olanaklarını kullanmakla, internet yasaklarıyla açıklanamayacak kadar büyük bir başarı. Haritadaki sapsarı tablo çok ama çok net! Bizim(benim)göremediğimiz -yada görmek istemediğimiz- halkın farkında olduğu bir şeyler var bu partide,şapkayı önümüze koyup düşünmeliyiz biraz, en çok da CHP!

    YanıtlaSil
  3. Bir de; "Ben AKP'ye oy vermedim ama..." diye cümleye başlayan her iki kişiden birinin ağzının üzerine öyle bir patlatacağım ki...

    YanıtlaSil